18 Temmuz 2011 Pazartesi

oturup günün en güzel saatini 'balıkların burnuna nefes alırken su kaçmıyo mu yaa?' yı düşünerek mi geçiriyorsun,yaklaş öpücem seni.




Okullardaaa biteeeer yaaaa
Adaam olur bu çocuuuk artıkk farkındaaaaaaa ! 


bitti lan.hayır o değilde bitti yani
bildiğin böyle ciddi ciddi.ama 
ben oley yupi tatil ! diye 
sevinemiyorum niye bilemedim.Bilememek
güzel şey doğrusu bazen.


Her neyse yine kafamı takıcak bir
 şey bulmanın gereksiz fazlalığını 
hissetmekle,bin bir türlü şekle 
girip beni her defasında aynı 
yerden vuran sorularla birlikte bi 
günü daha akşam ettim.İnsanlar 
( üçüncü tekil şahsım çok kalabalıktır ,bilmezsiniz.) 
hakkında keskin manevralar 
yapmayı becerememekten olsa gerek,
tökezliyoruz.Hemde öyle böyle
 değil,tek bi ayağımı kaybetmiyorum,
bütün bedenimle savruluyorum.






Bir bardak soğuk süt ve çikolatalı kurabiyeler.
Huzur 'un sözlükteki karşılığı nedir açıp 
bakmışlığım yoktur ;ama eğer bi sözlüğüm olsaydı
 karalar karşısına bunu yazardım.Bazı insanların
 bir süt ya da bir kurabiye kadar olamaması 
ne ilginç değil mi? Fırının içine girmekten ,
yanmaktan korkuyor olmalılar.

Oysa sen yanmazsan 
Ben yanmazsam
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa .

demiş ,Nazım Usta.

Bunun için söylemediği çok aşikar.
Ama ben bu yaz sıcağında ,her şeyi
üstüme alınmakla ünlü kız,
yediğim şekeri bile dişlerimin arasında 
şekilli şekilli kırmaya çalışırdım.
Dişlerim döküldü sonraları.İnsan dökülen
dişlerinden şeker tadı alır mı hiç  
.Annem kan kokusu derdi.Pencerelerimiz 
farklıydı işte,o silerdi kendininkileri 
her pazartesi paçalarını sıyırıpta.
Ben beceremezdim,oldum olası kir,pas içinde.
Ama olsun yağmurların işi neydi ki.
Yağmuru kim döküyorsa işte bu yüzden olmalıydı.
Orda beni düşünen biri olmalı,
bulutlarda.
Gözümü saatlerce lulaparktaki dönme 
dolabı izler gibi boynum ağrıyana
kadar ayırmadan gökyüzüne bakabilirim.
Yapabilirim bunu,yapmakta kendimde 
ayrı bi güç bulduğum şeyler değerliydi 
benim  gibi üşengeç bi kız çocuğu için hele de.


Tırnaklarımı yememeyi öğreten kişiydi halam.
Yazları sabırsızlıkla bekler , 
en sevdiğim arkadaşlarımı bırakıp gideceğimi 
düşünmeden karnemi alıp ona koşardım.
Bir gün o çok sevdiğim yürüyen merdivenli 
alışveriş merkezinden acı oje almıştı 
bana.Demek ki o da farketmişti bir de 
pembe terlikler,üzülmeyeyim diye olsa 
gerek.Böyle zırvalıklara inanmasam da 
doğduğum yer diye olsa gerek ben çok 
başka severdim Üsküdar ' ı.




Vapurdan iner 
inmez Uykusuz'umu aldığım sağdaki büfeci 
abiyi de,o bilmez.Hoş şimdi iskelenin 
yerlerini de değiştirmişler ya yürümek 
gerekiyor biraz ,olsun.İlk kez tek 
başıma vapura binip halama gittiğimde 
mevsim kıştı,biraz yağmurlu.Annem bi 
sürü bi sürü tembih etti ,içerde otur 
üşütme sakın diye.Dışarda oturdum,o 
bilmez.Atkımı da evden uzaklaştığım 
an boynumdan çekip çıkardım,çantama 
attım.Kar kokusu gibi yok.O zamanlarda 
en büyük sihirbazlar-çok popüler 
olmamakla birlikte- kar taneleriydi.
Vapurun kuytu köşesine sinmiş kedi 
gibi onları izliyordum,suya değdikleri 
anla yok olmaları bir oluyordu.Yalnızken 
üzebiliyor bu sizi.Sonra suyun 
içinde nasıl nefes alıp verdiklerini 
hala daha anlayamadığım balıkların-sahi 
burunlarına su kaçmıyor mu ?- üzerine de 
yağmalılar diye üzülmekten vazgeçip bunu 
düşünmeye başladım.Gittiğim akşam küçük
halamı arayıp ona nispet yaptı halam.
Ben küçük halamı da severdim oysa
üzülmüştür belki dedim ,onlara hiç gitmedim
evlerinde hiç uyumadım.Neyse bence 
çokta umrunda değildi.Ben küçükken başka
birinin evinde uyumak büyük bir şeydi bu 
arada belirtmek istedim.
Benim evde yemek yemeyip dışarı çıkınca
her önüne geleni isteyen çocuklardan bir farkım vardı
Evde yemediğim yemekleri ,halamda
yerdim ben.Onu o kadar çok seviyordum ki işte öyle.
Balkonları var ince uzun.Önünde de kocaaaaman bi ağaç.
15 metre karşıda çok sevdiği 
komşusu otururdu.Bi koltukları vardı, çok eski,
ona oturup ayaklarımı uzatır meyve suyu 
eşliğinde bulmacamı çözerdim.Ordaki en büyük 
eğlencelerim tam önümüzdeki park,ton ton
muhtar amcamız,her sabah kendi evimin yakınındaki
bakkaldan beni daha iyi tanıyan recep abiden aldığım
gazetenin bulmaca eki ve tabi ki abim.
o parktan gelen seslerin insana
nasıl huzur verdiğini anlatamam.
bi de oranın ayrı bi özelliği vardı ki
muhtar amcayı daha ilk tanıdığım zaman 
yanına gidip ben sevmedim bu parkın rengini
-aslına bakarsanız parkın rengi yoktu,direkler
boyası dökülmüş üstüne üstlük 
paslanmıştı,bu kokuyu sevmezdim hiç-
siz değiştirebiliyo musunuz acaba ? sorumla 
bi hafta sonra parktaki bütün direklerin
boyanması olmuş olabilir.Ben çok sevinmiştim
o gün anlatamam.bi büyük tarafından ciddiye
alınmak önemli bişiydi o zamanlar.
Bi de kuzenim bi kere benimle
halama geldiği günün akşamı
parkta beraber sallanmıştık,
çok eğlenmiştim ben,bi sürü sohbet
etmiştik :) e ozaman küçüktükte biraz 
akşam hava kararınca sokakta kimse yokken sen 
çıkınca kendini farklı bi dünyadaymışsın
gibi hissediyodun.ilerde o dünyanında çok
kalabalık olduğu ve kendine 
nefes almak için başka gezegenler 
aramak zorunda kalacağından habersizsin üstelik.
Ben küçükken diye başladığım cümleleri
severim bu yüzden,beni kovulmamış hissettiriyor.
işte böyle ..ben küçükken diyince aklıma
ilk gelenlerden olduğu için
anlattım halamı.bu kadar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder